Dünya küresel bir salgın yaşıyor. İlk günlere göre daha umutluyuz ama televizyonlar sayılar vermeye devam ediyor. Her biri sevgili bir anne, hep özlenecek bir baba veya görseniz kıyamayacağınız bir evlat olan rakamlar bunlar.
Korona pandemisi ülkeleri gelişmiş veya az gelişmiş diye sınıflandırmadı. Virüs karşısında zenginliğimizden ve statülerimizden sıyrıldık. Bir anlığına, daha eşit ve daha şefkatli bir dünya geçti hayalimizden. Kısa bir an, iz bırakan bir hayal.
Yaşadığımız her şey hala çok sıcak. Ama hazırlanmalıyız da: Koronanın ertesi günü, bütün dünyayı saran bu toz duman dağıldığında ne olacak? Yediğimiz yumruğun sıcaklığı geçtiğinde nasıl bir ekonomiyle karşılaşacağız? Galiba hep olduğu gibi yine her ülke kendi evine dönecek. Her ulus yeniden kendi ekonomik gerçeğiyle baş başa kalacak. Koronanın zengin-fakir ayrımı yapıp yapmadığı o gün daha iyi anlaşılacak.
Biz de kaldığımız yerden devam etmeye çalışacağız. Koronadan hemen önce, Türkiye’nin faiz ödemeleri üç yılda 57 milyar liradan 129 milyar liraya tırmanmış haldeydi. Koronadan sonra?
Ekonominin merkez üssü olan Merkez Bankası sığınağımız olabilir. Ama onun da resmi rezerv varlıkları, Mart 2020 ayında %14,5 azaldı. Sadece otuz bir günde, döviz varlıklarının %21,9’u buharlaştı, döviz yükümlülüğü ise %23,4 arttı. Hesaplamalara göre net döviz rezervimiz ekside ama bu yıl ödememiz gereken 174 milyar dolar dış borcumuz var. Yorganımız ne cari açığımızı ne de borcumuzu örtecek durumda. Merkez Bankası’nda “kara günler” için biriktirdiğimiz “ak akçemiz” ise koronadan aylar önce zaten bütçeye aktarılmıştı.

Beklenmedik bir sıkışıklıkta İşsizlik Fonu bir çare olabilirdi. Ama onun kasasında para değil devlet tahvilleri var. Para ile kağıdın değiştirildiği steril bir bilanço.
Kurum kurum gezmeye hiç gerek yok. Çünkü yüz yıllık bir çabayla yarattığımız kurumların hepsini Varlık Fonu’na topladık zaten. Türk Hava Yolları, Türk Telekom, Ziraat Bankası, Halkbank, BOTAŞ ve PTT gibi değerlerimizin hepsi burada. Acaba bu fon zor günlerden çıkış biletimiz olabilir mi? Belki olurdu ama onun da borcunun 2018 yılı sonunda 75 milyar liraya yükseldiğini hatırlayın. Peki bu cumhuriyet hatıralarını vitrine koyarak borç toplamaya devam edecek miyiz?
Neyse ne! Ekonomik verilerle “gerçeği” uzun uzun tarif etmeye çalışmak bence gereksiz. Çünkü bu ülkede çocuğuna mutlu bir gelecek arayan herkes, “gerçekle” zaten karşılaşmıştır. Bebek bezi alan bir anne… İş arayan bir üniversite mezunu… Yeni yeni kurallardan başı dönmüş bir bankacı… Dış ticaretin gündelik yasaklarla ayakta tutulmaya çalışıldığını gören bir ihracatçı… Sadece market alışverişi için evinden çıkan bir emekli… Bence her birimiz bir yerlerde bu ülkenin ekonomik gerçeğiyle yüzleştik. Belki onu bir ucundan yakaladık belki de kaçtık o sevimsiz gerçekten.
Peynir fiyatları ile Cibuti’de yaptırdığımız caminin açılış törenine devlet parasıyla giden kalabalık… Zorla denkleştirdiğimiz okul taksitleri ile koronada bile ödemesi yapılan garantili müteahhitler… Türk lirasının değersizliği ile yüz yıllık kurumlarımız… Tanzim satış mağazaları ile gökdelenlerimiz… Hepsi birbiriyle yakından ilişkili. Görmek istesek de istemesek de, onlar hiç durmadan tek bir şey mırıldanıyorlar: “Çocuklarımızın güler yüzlü geleceği, uzaklaşıyor bizden.” 2023 veya 2071 deyip de ertelenen ümitlerimiz, günü yaklaştıkça soluyor. Yer değiştirip duran mutluluğu bir türlü yakalayamıyoruz.

Kimi ailelerin, kimi müteahhit holdinglerin veya bazı vakıfların büyük mutlulukları var elbette. Ama ulusumuzun eli boş. Ekonomistleri boş verin; onlara ihtiyaç yok artık. Bakkala, manava, hurdacıya, imama soralım: Cebinizde ne var? Marmara ile Karadeniz arasında bir “kanal” sefası mı? Libya mı, İdlib mi? Kampüsünde tanzim satış mağazası açıp da soğan satan üniversite mi? Maske mi, yerli otomobil mi, çocuk gelinlere takılan altınlar mı? Haklısınız; Merkez Bankası net döviz rezervinin eksiye düştüğü bu ülkede, bir marangozun cebinde ne kalmış olabilir ki!
Başımıza gelenlerin farkına varmış olmalıyız. Biz, küresel “Sefalet Endeksinde” yıllardır dördüncü sırada yer alan Türkiye’yiz: Venezüela, Anjantin, Güney Afrika ve Türkiye. Sizi iyi hissettirecekse beşinciyi de yazayım: komşumuz Yunanistan. Çok üzüldüyseniz veya bunda bir komplo seziyorsanız, “daha iyi hissettirecek” başka bir uluslararası sıralama arayınız. Ama işiniz zor olacaktır. Gerçekten sevinmek için televizyon haberlerine gömülmelisiniz.

Her fırsatta üzerimize boca edilen bütün bu şeyler belki en baştan hayaldi. Belki biz de en baştan biliyorduk hayal olduğunu. Sadece iyi gelmişti bize. Yüzlerce yıldır devam eden muasır medeniyet çabamızın son halkasına eklenmiş bir parça mutluluk ihtimali… Çocuklarımız için olsun gülümseyen bir gelecek avuntusu… “Ne olur şimdi uyanmayayım” diyerek tutunmaya çalıştığımız bir rüya…
Korona günleri nedeniyle girdiğimiz karantinadan gözlerimizi ovuştura ovuştura çıkıyoruz. Acaba nasıl bir gerçekle göz göze geleceğiz?
Uğur K.YİĞİT, Dr.