Bebek katillerine bile dini karakter kazandıran fetvalar çoktan verildi. Devlet erkanı saf tuttu, Şeyhülislam cenaze namazlarını kıldırdı. “Caizdir” dediklerine bakılırsa Allah da analarından emdikleri süt burunlarından gelsin istiyor. O da hesabını sormayacaksa eğer, silin tarihten gitsin.
Biliyorsunuz, İran huzursuz bir ülke. Toplumsal karışıklıklar yaşaması ve bunları güç kullanarak yatıştırması adeta geleneksel bir hal aldı. Uluslararası medyaya yansıyan şeyler bu ülkede olan bitenin ne kadarı, gerçek fotoğraf nedir, bilmek imkansız. Kapalı bir rejim ve kapatılmış milyonlarca kafadan oluşan bir ülke İran.
Anadolu her zaman çok göç aldı. Laf aramızda, biz de göç ederek geldik buraya. Ezelden beri ev sahibi değiliz yani. Çadırlarımızla geldiğimizde başka sahipleri vardı buraların. Bizler ise yeni bir hayat arayan yurtsuz göçmenler idik. Bunu hepimiz hatırlıyoruz değil mi? Her neyse…
Sonra Kırım’dan, Kafkasya’dan, Balkanlardan, Kuzey Irak’tan göçler oldu Anadolu’ya. Başka başka zamanlarda yüz binler, milyonlar katıldı aramıza. Sığıştık bir şekilde. Çeşit çeşit göçlerle çeşit çeşit yaşamlar kuruldu. Her birinde büyük zorluklar yaşandığına şüphe yok. Ama böylesi hiç olmadı; sanırım.
Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmış olduk. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır. Araf/179, Kur’an
Laki, Somalili müslüman bir genç kadın. Fotoğraf: Gabrial Chaim/CNN
Çağımızda bir Müslüman’ın en çok korktuğu şey, artık diğer Müslümanlar. Gencecik bir Somali’li kızın açlıktan ve yoksulluktan kurtulmak için gavur Batı’ya yaptığı yolculukta geçtiği üçü de Müslüman ülkelerde yaşadıklarını kendi ağzından dinleyin. Ve dua edin:
“Allah’ım beni ve sevdiklerimi kötü Müslümanların şerrinden muhafaza et. Zor duruma düştüğümde beni aşağı görse ve benden nefret bile etse, hukuk yüzünden bana katlanan Batı’lıları imdadıma yetiştir.”
Üçüncü Selim’in tahta çıkış töreni, 1789, Ressam: Konstantin Kapıdağlı, Topkapı Sarayı Müzesi
Yıllardır bazı yanlışları dile getirmeye çalışıyoruz. Ne kadar isabet edip etmediğimizi tarih yorumlayacak ve hakkını teslim edecek.
Her şeyden önce maksadım, Allah’a ve ahiret gününe iman eden birisi olarak hesap gününe bir mazeret bırakmak… Bugüne dair sual sorulduğunda verilebilecek makul bir mazeretimiz olsun. Tıpkı israiloğullarının ‘Cumartesi Yasağı’na uymayan topluluğa ‘hakkı ve adaleti’ hatırlatanlara ‘Size ne oluyor? Bırakınız kim ne yaparsa yapsın, her kesin günahı kendisine’ diyenlere karşı ifade ettikleri; “Rabbinize bir mazeret beyan etmek için, bir de belki Allah’a karşı gelmekten sakınırlar diye (öğüt veriyoruz)…”
Yazan : Osman Aydoğan Orjinal Başlık : Yüzyıllar öncesinden gelen bir ses, bir mesaj, bir çığlık! Kaynak : www.sehriyar.info İlk Yayın Tarihi : 01 Haziran 2019
Aslında, Endülüs’ten başlayıp üç kıtayı dolanan ve Şam’da huzur bulan bir sestir, bir mesajdır, bir çığlıktır O. O ses, o mesaj, o çığlık şuydu;
‘’Bir zamanlar benim dinimden olmadığı için komşumu suçlardım. Ama şimdi kalbim bütün biçimlere açık… O artık ceylanlar için bir çayır, keşişler için bir manastır, puta tapıcı için bir mabet, hacı için bir Kâbe, Tevrat levhaları, Kur’an kitabıdır. Ben aşk dinini vazediyorum. Ve hangi yöne yönelirse yönelsin, bu din benim dinim, benim imanımdır.’’
İnsan ve onun ürettiği her şey zaman ve mekanla bağlantılı ve bu iki çerçeveden kurtulması mümkün değil. İslamcılık da kendi zaman ve mekanına bağlı olar, Batı’nın medeniyet kuran çok kapsamlı ve tüm dünya geneline etki eden ve bütün toplumları dönüşüme zorlayan sosyal, kültürel, ekonomik ve felsefi hegomonik kudretine bir tepkiden başka bir şey değildi. Yani İslamcılık bu hegomonik yapıyla kurulan etkileşimli ilişkiye karşı üretilen iki farklı tepkisel davranış olan “uyum sağla” (Batılılaş) ve “diren” (Doğulu kal) davranışlarından ikincisi yani bir “diren” davranışıdır ve özü itibariyle bir REAKSİYON’dan ibarettir.