ATEŞ ZATEN ELİMİZDE; TANRILARDAN ÇALINACAK BİR ŞEY KALMAMIŞTIR!

Standart

İnsanlar anadilini imla kuralları veya anlam yapıları hakkında özel bir eğitime ihtiyaç duymadan konuşabilir. Metinlerin nasıl işlediğini bilmemiz gerekmez. Bu durum, bilgisayar yazılımlarından hiç anlamayan kişilerin bilgisayar kullanabilmesine benzer. Peki özel bir şeyler öğrenmeksizin güzel konuşabiliyorsak, edebiyatın gereği nedir?

Bu sorunun cevabı dil bilimcilerin sahasında kalıyor. Ancak benzer bir soru sanat ve estetik için de söz konusudur: Yüz milyonlarca insan için sanatsız bir yaşam mümkün ise insanoğlu için sanatın gereği nedir?

Okumaya devam et

ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ: BİR EMEKLİLİK HAYALİNİN ERİYEN MİRASI

Standart

Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara, borç karşılığı kurulan hayallerle kanı emilmiş topraklarda açmış bir filiz gibiydi. Bozkıra gelen bir çocuk müjdesi veya üzerine titreyeceğiniz bir tomurcuk.

Atatürk Orman Çiftliğinin hikayesi, Atatürk kendi hayatını Ankara tomurcuğuna katmak istediğinde başladı. Henüz 44 yaşındaydı ama eskiler “Harb-i Umumi’yi gören ihtiyardır” dermiş; Atatürk de o cephelerde “yaşlanmış” genç bir kurucu liderdi. Savaştan sonra birçok fabrika, kurum ve işletme için ulusa önderlik yaptı ama bu çiftliğin her kuruş masrafını hep cebinden ödedi. Kendi toprağında yalın ayak yürümek arzusu hiç rahat vermez zaten insana, kıpırdanır durur içinde…

Okumaya devam et

ANNESİZ YEDİ KARDEŞ, KUCAK KUCAĞA…

Standart

Yeni emmişlerdi annelerini. Yedi kardeş, taze anne sütünün keyifli sersemliğiyle kucak kucağa büzüldüler. Yapraklar arasından sızan güneş göz kapaklarını daha da ağırlaştırdı.

İki el silah sesi geldi; tanıyamadılar bile. Oysa annelerini öldüren namlunun sesiydi ve hayatları o an değişmişti. Bir daha anne yoktu; anne sütü de olmayacaktı. Olan biteni fark etmediler; o kadar küçüklerdi ki!

Okumaya devam et

SÜRÜYE DAHİL OLMANIN BÜYÜSÜ…

Standart

Grup psikolojisi üzerinde yapılan en dikkatli araştırmaların kanıtlamaya ve detaylarıyla tanımlamaya çalıştığı şey, aktif bir grubun içindeki bireylerin zamanla eriyerek kendisini özel bir durumun içinde bulması sürecidir. Bu, hipnotize edilmiş bir bireyin kendisini hipnotize eden kişinin ellerinde bulması gibi büyüleyici bir durumdur… Bireyin uyanık kalmasına karşın bilinçli kişilik tamamen yok olmuş, akıl ve irade kaybolmuştur. Bütün hisler ve düşünceler hipnotize eden kişinin (yani sürünün) istediği yöne doğru yönelmiştir. (FREUD S., Grup Psikolojisi ve Ego Analizi, Alter Yayıncılık, 2013, s.10)

Okumaya devam et

Düşünce dünyanızı bir de İbnü’l Arabî penceresinden değerlendirin

Standart

Yazan : Osman Aydoğan
Orjinal Başlık : Yüzyıllar öncesinden gelen bir ses, bir mesaj, bir çığlık!
Kaynak : www.sehriyar.info
İlk Yayın Tarihi : 01 Haziran 2019


Aslında, Endülüs’ten başlayıp üç kıtayı dolanan ve Şam’da huzur bulan bir sestir, bir mesajdır, bir çığlıktır O. O ses, o mesaj, o çığlık şuydu;

‘’Bir zamanlar benim dinimden olmadığı için komşumu suçlardım.
Ama şimdi kalbim bütün biçimlere açık…
O artık ceylanlar için bir çayır,
keşişler için bir manastır,
puta tapıcı için bir mabet,
hacı için bir Kâbe,
Tevrat levhaları,
Kur’an kitabıdır.
Ben aşk dinini vazediyorum.
Ve hangi yöne yönelirse yönelsin,
bu din benim dinim,
benim imanımdır.’’

Kaynak : Geoffrey Morrison, Forbes.com
Okumaya devam et

Fyodor Dostoyevski

Standart

siyasetkahvesi_dostoyevski_büstü.png

Nesrin Bayraktar, 25 Mayıs 2017
Yazının tamamı için: paratic.com


Fyodor Mihayloviç Dostoyevski; 30 Ekim 1821’de Moskova’da dünyaya gelmiş. Baba Mihail ile anne Mariya’nin 6 çocuğundan ikincisi olan Dostoyevski ikisi kız, 5 tane kardeşle büyümüş. Ancak Dostoyevski kardeşlerin çocukluğu, huzur içerisinde değil, baskıcı bir babanın otoritesi altında sevgiden uzak bir şekilde geçmiş. Askeri cerrahlıktan emekli olan Dostoyevski’nin babası, yoksullara hizmet eden bir hastanede çalışıyormuş. Sık sık kavga çıkartıp, küçücük şeyler karşısında büyük tepkiler veren Mihail’in eşi anne Mariya ise bir tüccarın; deyim yerindeyse “önünden ekmeği alınsa sesi çıkmayacak” kızıymış.

Okumaya devam et