Türkiye bir süredir tarih yazıyor. Belki de “tarihini yazıyor” veya “tarihini yeniden yazıyor” demeliydim.
Bunu dizilerle ve bazen de filmlerle yapıyoruz. Medya ve ona bağlı finans kaynaklarının tek havuzda toplanması işimizi kolaylaştırdı. Tarihimizden bazı sayfalar dev bütçeli prodüksiyonlarla yeniden canlandırılıyor: Diriliş Ertuğrul, Payitaht:Abdülhamid, Kut’ül Amare ve benzerleri. Peki oluyor mu? Yeniden yazabiliyor muyuz tarihimizi?
Bir zaman makinesi icat etmediğimiz sürece geçmişi görmemiz imkansızdır. Bu yüzden, geriye baktığımızda gördüğümüz şey tarih çalışmalarının ürettiği bir dekordur. Efsaneler, halk ozanları, masallar, akademi, diziler, filmler hep bu dekorun parçalarını oluşturur. Parçaları gören, uyumlu birleştiren ve duygularını işe karıştırmayan analizler zamanla gerçeğe yakınlaşır, saygınlık kazanıp tarihimizi yaratır.
Evrensel ve kalıcı bir tarih yaratmak büyük dikkat ve özen gerektirirken, günübirlik yaşayan kitleler için tarih yazmak ise hayli kolaydır. Onlar bilimsel ilkeleri önemsemez ve gerçekliği sorgulamazlar. Onları ikna etmek için argüman, tez veya antitez geliştirmeniz gerekmez. Sevimli bir tarihe inanma arzuları çok yüksektir, belli başlı sembolleri görür görmez heyecanla sarılırlar. Bazen tek bir diziyi, bazen tek bir sloganı hatta gösterişli tek bir ismi bile kocaman bir tarih olarak algılamaları mümkündür.

Böylesi tarih, milyonlar tarafından izlense bile asla gerçek bir tarih literatürü oluşturmaz. Zaten heyecan azaldığında o milyonlar da kendi işlerine döner gider. İlgiyi sürdürmek için kesintisiz propaganda, sürekli savunma ve tarihi düşmanlara karşı alabildiğine sert olmak gerekir. Ancak bütün bunlar da paranızı ve gücünüzü emer. Yıllar geçtikçe yorgunluğunuz artar; finansal kaynaklarınızla birlikte gerçeğiniz(!) de azalır, azalır ve azalır. Tarihi kendi istediği gibi yazmaya girişenlerin başa çıkması gereken temel sorun budur.
Öte yandan, tarih diye yaratılan bu simülasyon, sanal ile gerçek arasında sıkışıp kalma hali de oluşturur. Bu durumda sokaklarda “üniversite sınavından sıfır çekmiş silahşor akıncı beylerine” veya “kirasını denkleştirmeye çalışan kudretli imparatorlara” rastlarsınız. Televizyon dizisiyle meşhur olmuş bir külahla gezer veya imparator yüzüğü takarlar. Mert ve buyurgan hallere bürünürler. Tarihten mi bugüne yoksa bugünden mi tarihe kaçtıklarını kimse bilmez.

Türkiye’nin Diriliş Ertuğrul, Kut’ül Amare veya Payitaht: Abdülhamid gibi dizilere milyonlarca lira harcamasının amacı dizi sektörünü kalkındırmak veya ülkemizin sanat/marka değerini yükseltmek değildir. Üstten bir koordinasyon ile yürütüldüğü anlaşılan bu prodüksiyonlar birer palimpsest* tarih denemesidir. Kaynaklarımızın bilim yerine hayaller için seferber edildiği nafile makyaj girişimleridir.
Kendi peygamberinin hayatından bir kesit için beş dakikalığına dikkatini toplayamayan “Cuma Hutbesi Uyurlarının”… Heredot, Sun Tzu, Maya Angelou, İbn Rüşd veya Oturan Boğa ile hiç tanışmamış milyonların… Televizyon karşısına geçip de II.Abdülhamid’in aforizmalarına dikkat kesilmesi tarihi yeniden yaratamaz. Yaratamaz değil mi?
Uğur K. YİĞİT, Dr.
*PALİMPSEST: Üstündeki yazılı metin bütünüyle ya da kısmen silindikten sonra yeni bir metin yazılan rulo veya sayfa parşömen