Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara, borç karşılığı kurulan hayallerle kanı emilmiş topraklarda açmış bir filiz gibiydi. Bozkıra gelen bir çocuk müjdesi veya üzerine titreyeceğiniz bir tomurcuk.
Atatürk Orman Çiftliğinin hikayesi, Atatürk kendi hayatını Ankara tomurcuğuna katmak istediğinde başladı. Henüz 44 yaşındaydı ama eskiler “Harb-i Umumi’yi gören ihtiyardır” dermiş; Atatürk de o cephelerde “yaşlanmış” genç bir kurucu liderdi. Savaştan sonra birçok fabrika, kurum ve işletme için ulusa önderlik yaptı ama bu çiftliğin her kuruş masrafını hep cebinden ödedi. Kendi toprağında yalın ayak yürümek arzusu hiç rahat vermez zaten insana, kıpırdanır durur içinde…

Atatürk’ün Ankara’da bir çiftlik sahibi olmak arzusuna verilen cevaplar çok netti: “Kıraç bir bozkırın ortasında bir orta çağ şehri… Ağaç yok, su yok, hiçbir şey yok. Böyle bir noktada çiftlik için müsait şartlar taşıyan bir yer nasıl bulunabilir? (…) Bu öyle bir teşebbüstür ki, elverişsiz koşullarda ya sabır tükenir ya da para”.

Bugünkü araziyi gösterdiğinde duydukları da benzer şeyler oldu: “Bu yer, çiftlik kurulması için gerekli vasıflardan hiçbirini taşımıyor; bataklık, çorak ve fakir bir yer”. Atatürk bütün bunlara, ders olarak okutmayı unuttuğumuz cümlelerinden biriyle cevap verdi: “İşte böyle bir yer olmalı… Ankara’nın kenarında hem batak hem çorak hem de fena bir yer. BUNU BİZ ISLAH ETMEZSEK, KİM GELİP ISLAH EDECEKTİR?” Herkesin “imkansız” deyip geri çekildiği yerde direnmek, onun hayatının özetiydi.

Atatürk vefat ettiğinde 57 yaşındaydı. Erken ayrılışı nedeniyle, bir emeklilik düşleyip düşlemediğini bilemiyoruz. Ama ben, Atatürk Orman Çiftliğinin, onun emeklilik hayallerinin bir parçası olduğunu sanıyorum. Kendi zevk ve ihtiyaçlarına uygun bir saray yaptırarak ‘burada kalıcıyım’ demediğine göre, emeklilik planı sizce ne olabilir? Ev, köy veya koy sahibi de olmayan Atatürk için bu sorunun tek cevabı Atatürk Orman Çiftliğidir: Kendi toprağının serinliğinde, halkıyla ve dostlarıyla baş başa geçireceği bir emeklilik rüyası. Hep bu yüzden çiftliğinin gölgesine gölgesine kaçardı, yorgunluklarından.

Nitekim toprağıyla 13 yıl boyunca hep yakından ilgilendi… Ama emekli olamayacağını anladığında, yani 1937 yılında, halkına hediye etti orayı da. Çok cephe görmüş, zor ve uzun savaşmıştı; sağlığı daha ötesine elvermedi. Atatürk Orman Çiftliği 13 Ekim 1938 tarihinde Devlet Ziraat İşletmesi Kurumu’na bağlandı. Birkaç hafta sonra da Atatürk vefat etti: “Sanırım ben gelemeyeceğim ama siz daima orada geziniz”.

Anadolu’da tarihin perdesi hiç kapanmaz; ne acılı bir ayrılıkla ne de mutlu bir sonla. Nitekim Atatürk Orman Çiftliğinin hikayesi de hala devam ediyor. Bu ata mirasının bir köşesinde duvarlarla çevrilmiş ihtişamlı bir saray var şimdi. Hakimler, atama kurasını bu sarayda çektikten sonra uğurlanıyor ilk görev yerlerine. Akademi oradaki dev kütüphanenin kitaplarını okuyor, başka yere pandemi diye yasaklanan namazlar bu sarayın camisinde kılınıyor. “Türk Milleti Adına” son sözü söylemesi beklenen yüksek yargıçların adli yılları hep burada başlıyor. Önünü ilikleyen ve saygıyla sırasını bekleyen herkes kolayca girebilir halkın sarayına.
Söylediğim gibi, bana sorarsanız Atatürk Orman Çiftliği, Atatürk’ün emeklilik hayaliydi. “Bunu biz ıslah etmezsek, kim gelip ıslah edecektir?” azmiyle başlayan bu hikayeden şimdilik Ankara’ya kalan biraz yeşillik, çokça asfalt ve bir Cumhurbaşkanlığı sarayı. Tarih biraz da böyle akacak.
Uğur K.YİĞİT, Dr.
