Kapitalizm Ve Emek

Standart

Bünyamin Aksoy

Bu yazı Nobel Ödüllü iktisatçı Daron Acemoğlu’nun Financial Times gazetesinin Weekend ekine yazdığı liberal demokrasiyi yeniden ayağa kaldıracak adımlar” makelesinin çağrışımı üzerine yazılmıştır.

Kapitalizm çoğu zaman emeğin karşısına konulan, çalışanı dışlayan bir düzen gibi anlatılır. Oysa tarihsel ve toplumsal deneyim gösteriyor ki, emeğin gerçekten değer üretebildiği, bireyin doğduğu yerden bağımsız olarak çalışmasıyla hayatını değiştirebildiği tek sistem kapitalizmdir. Kapitalizm, kusursuz olduğu için değil; üretimi, çabayı ve bireysel inisiyatifimerkeze aldığı için dönüştürücü bir güç yaratır.

Bu düzen, insanları kimlerden doğduğuna, hangi çevreye sahip olduğuna ya da hangi kimliğe ait olduğuna göre değil; ne ürettiğine, neyi başarabildiğine ve emeğini nasıl değerlendirdiğine göre ayrıştırır. Bu yönüyle kapitalizm, statik bir toplum anlayışını reddeder. Bugünün emek dünyası da artık eski kalıplarla açıklanamaz. Sadece fabrikalarda çalışan mavi yakalılar değil; ofislerde, sahada, hizmet sektöründe, serbest çalışanlar, platform emekçileri ve güvencesiz koşullarda hayatını kazanan milyonlarca insan bu yapının içindedir. Emeğin biçimi değişmiş, ancak emeğin değeri ve beklentisi değişmemiştir.

Bu geniş emek kesimlerinin ortak talebi nettir: Emek boşa gitmesin, çalışanın önündeki engeller kaldırılsın ve daha iyi bir yaşam gerçek bir ihtimal olsun. Kapitalizmin temel iddiası tam da burada başlar. Çalışmanın bir karşılığı olacağına, çabanın sonuç üreteceğine ve bireyin kaderinin tek başına doğduğu koşullarla belirlenmeyeceğine dair vaat, kapitalizmin toplumsal meşruiyetinin temelidir.

İşleyen ve sağlıklı bir kapitalist sistem, rekabet ile emeğin korunmasını birbirine düşman olarak görmez. Aksine, kurallı ve şeffaf rekabet, örgütlü emek yapıları, güçlü sosyal haklar ve nitelikli kamu hizmetleri emeğin verimini ve değerini artırır. İnsanların yalnızca yükselme ihtimaline sahip olması değil; aynı zamanda düştüğünde tamamen dışarı itilmemesi, sistemin adalet duygusunu güçlendirir. Kapitalizm, bu dengeyi kurabildiği ölçüde toplumsal refah üretir ve sürdürülebilir hâle gelir.

Bugün kapitalizme yöneltilen tepkilerin önemli bir bölümü, aslında kapitalizmin kendisine değil; rekabetin ortadan kalktığı, ayrıcalıkların kalıcılaştığı ve emeğin rant karşısında ezildiği çarpık uygulamalara yöneliktir. Kapalı kapılar ardında dağıtılan imtiyazlar, siyasete yakın olanın kollandığı düzenler piyasa değildir. Gerçek piyasa, açık rekabetin olduğu, kimsenin kayrılmadığı ve emeğin karşısına ayrıcalığın çıkarılmadığı düzendir.

Bu noktada devletin rolü kritik ama sınırlıdır. Devletin görevi ekonomiyi doğrudan yönetmek ya da üretimin yerine geçmek değil; rekabeti koruyan kuralları koymak, bu kuralları eşit şekilde uygulamak ve emeğin önünü açmaktır. Hukukun üstünlüğü, fırsat eşitliği ve şeffaflık olmadan ne piyasa işler ne de emek değerini bulur.

Sonuç olarak kapitalizm, emekçi kesimler için başlı başına bir tehdit değil; doğru kurulduğunda güçlü ve kapsayıcı bir fırsat alanıdır. Çalışanın emeğinin karşılığını alabildiği, yükselmenin ayrıcalık değil hak olduğu ve bireyin kendi çabasıyla yol açabildiği bir düzen, toplumsal ilerlemenin en sağlam zeminidir. Böyle bir kapitalist yapı; rantı değil üretimi, kayırmayı değil rekabeti, kısa vadeli kazançları değil uzun vadeli refahı esas alır.

Emeğin değersizleşmediği, fırsatların dar bir azınlığın elinde toplanmadığı ve devletin hakem rolünü adaletle yerine getirdiği bir sistem, hem bireye umut verir hem de toplumu ileri taşır. Kapitalizmin gerçek gücü de tam olarak buradadır: İnsanlara hazır bir kader sunmakta değil, kendi emekleriyle kaderlerini değiştirebilecekleri açık ve adil bir alan yaratmakta. Bu denge sağlandığı sürece kapitalizm, emekle büyüyen ve toplumla güçlenen tek gerçekçi model olmaya devam edecektir.

Kapitalizm Ve Emek” üzerine bir yorum

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.