Melih R. Çalıkoğlu, 10 Mart 2019
İnsan ve onun ürettiği her şey zaman ve mekanla bağlantılı ve bu iki çerçeveden kurtulması mümkün değil. İslamcılık da kendi zaman ve mekanına bağlı olar, Batı’nın medeniyet kuran çok kapsamlı ve tüm dünya geneline etki eden ve bütün toplumları dönüşüme zorlayan sosyal, kültürel, ekonomik ve felsefi hegomonik kudretine bir tepkiden başka bir şey değildi. Yani İslamcılık bu hegomonik yapıyla kurulan etkileşimli ilişkiye karşı üretilen iki farklı tepkisel davranış olan “uyum sağla” (Batılılaş) ve “diren” (Doğulu kal) davranışlarından ikincisi yani bir “diren” davranışıdır ve özü itibariyle bir REAKSİYON’dan ibarettir.

“DEMOKRASİYE HAYIR. BİZ SADECE İSLAM İSTİYORUZ” / Mısır Tahrir Meydanında İslamcı Gösteri, 2011, Kaynak:www.limitstogrowth.org
Bu sosyolojik bağlamın bir başka boyutu 18 ve 19. yüzyıllarda temelleri atılan ve 20. yüzyılda yaşadığımız ve orada kalan İDEOLOJİLER çağında, “Batılılaşma” diyerek şeytanlatırılan bu mecburi dönüşümün iki yansıması olan “liberalizm” ve “komünizm” diyerek özetleyebileceğimiz iki zıt ideolojik temele bir alternatif olarak düşünüldü. Aslında bu karşı duruşun temelleri Batı’nın bir kaç yüz yıl geride bıraktığı İslam-Hristiyanlık çatışmasının bir izdüşümü olarak antik bir tartışmanın çocuğu olarak da doğdu.
Bu yapısı itibariyle İSLAMCILIK teorik zeminini Kur’an’a dayama iddiaları bulunsa bile İDEOLOJİLER çağının çocuğu olarak yine Batı felsefesinin ürettiği iki ideolojinin araçları ve kavramsallığını tekrar etmekten öteye gidemediler. Zaten gidemezdiler zira İslam Dünyası siyasal olanı tartışmayı 500 – 600 yıl önce bırakmıştı. Bu sebeple İSLAMCILIK olabileceği tek şeye yani bir KİMLİĞİN ve AİDİYETİN yansıması olamamaktan öteye geçemedi, geçemezdi de.
Bu KİMLİĞE sıkışma önemli zira BATI’da KİMLİK siyasetinin yansıması olan aşırı milliyetçi ve ulusçuluğun azmış hali olan FAŞİST ideolojinin çöküşü de buna benzer bir kaçınılmazlığa bağlıydı. Nitekim FAŞİZM Batı’da bir ideoloji olarak çok kısa süren parlamasının ardından, tamamen yok olmaya mahkumdu ve öyle de oldu. Bugün Batı ülkelerinde yükselen milliyetçiliğin, yabancı düşmanlığı vesaire birer ideolojik akım olmadıklarını, POPÜLİST siyasetin en kolay form bulabildiği alanda meydana oluşan bir sosyal yapılanma olduğunu belirtmek lazım.
Oysa gerek liberalizm ve gerekse komünizm kimlik ötesi, birisi temelini sermayenin birikimi ve tüketime, diğeri ise emeğe ve sınıf çatışması gibi yaşamdan alan ideolojilerdi. Yani bir KİMLİK tanımından başka bir şey olmayan İSLAMCILIĞIN olup gidebileceği en öte yer bir İSLAM DEVLETİ kurmaktı ve tüm çabalar da oraya “DAVA” tanımlaması ile oturdu. Artık ölmüş bir medeniyetin kendini karşı olduğunu iddia ettiği medeniyetin çerçevesi ile tanımlaması çabasının başarısız ve acınası sonucu.
Bunun DİN açısından en acı sonucu ise insanın iyiliği ve ruhsal kurtuluşu için en önemli donatımı olan inanç dünyasının uyduruk “DAVA”lara sıkıştırılıp, dinin bir İDEOLOJİYE dönüştürülmesi oldu.